Şubat ayının
yağmurlu ve güzel bir günü. Mersin’deyim. Gün, henüz yeni aydınlanıyor. Odamın
penceresini açıyor ve usul usul yağan yağmuru izliyorum. Esen hafif bir rüzgârla
beraber odama hızlıca birkaç yağmur damlası dalıyor. Derin bir nefesle, içime
çekiyorum huzur veren bu kış havasını! Günün en güzel saatleri ve ben böyle bir
ruh halinde iken, birden telefonum çalıyor. Ellerim merakla telefonuma
uzanıyor. Telefonumun diğer ucunda Mersin Devlet Hastanesinin eski
başhekimlerinden Doktor Ahmet Arslan var. O her zaman ki mütevazı ses tonu ile
önce beni selamlıyor ve ilave ediyor:
“Bu gün, müsaitsen ziyaretine geleceğim. Bana
ait bir konuyu, seninle konuşup, paylaşmak istedim. Hatta mümkünse yardımını da
rica edeceğim!” diyor.
Açık
konuşmak gerekirse meraklanıyor ve heyecanlanıyorum; her zamanki gibi
heyecanımı saklayamıyorum ve:
“Tabi
ki, efendim. Buyurun, ne zaman isterseniz, bekliyorum!” diyorum…
Aradan kısa
bir zaman geçiyor. Yağmur çoktan diniyor ve yağmur bulutları yaşadığım şehri yavaş
yavaş terk ediyor. Odamın güneye bakan penceresine tam da güneş vuruyorken,
kapım çalıyor. Ve beklenen misafirim Doktor Ahmet Arslan o tarihsel edasıyla; elinde
asası ve başında vazgeçmediği şapkasıyla odamın kapısında beliriyor. O gelince,
sıcak limonlu adaçaylarımızı söylüyorum ve onu dinlemeye başlıyorum…
O ise, oturduğum odanın, çalıştığım mekânın,
yaşadığım şehrin yıllar…yıllar öncesine değin uzanan; o eski günlerin yad
edildiği sohbetine başlıyor. Onu dinlerken; sesindeki coşku ve yüreğindeki
sıcaklıkla birlikte odam bir kış mevsimi, güneşin de etkisi ile bambaşka bir
havaya bürünüyor. Nihayet, elindeki o şeffaf, mavi kaplı dosyasını bana
uzatıyor ve gözlerindeki o güven dolu gülümsemesiyle ellerime veriyor.
Heyecanla birer birer sayfaları çeviriyorum. 89 yıllık bir hayat hikâyesinin
yazıldığı satırlar adeta avuçlarımın arasında hızlı hızlı akıp gidiyor. Ben
sayfalara dalmışken, o konuşmaya başlıyor:
“O elindeki, benim kayıt altına aldığım hayat hikâyem;
senin de bir göz atmanı istedim. Bu emanet için niçin seni seçtiğimi zamanı
gelince paylaşacağım!”
Ben ise, hem onu dinliyorum, hem de ister
istemez sayfaların, paragrafların, satırların, kelimelerin arasında o gün bu
gündür gezinip duruyorum…
İşte bugün,
şu an Nisan ayının bir başka günü… Bir akşam vakti. Şu an, neredeyse bir asıra
yaklaşan bu yorgun tarihin ilk şahidiyim. Adeta her anıyı ve her satırı
yaşadım. Her gece, başka bir anıyla gözlerim kapandı ve her sabah merak
içerisinde başka bir anıyla uyandım. Yaşadığım kentte bir zaman yolculuğuna
çıktım; henüz yeni doğmuş bir bebeğin ağlama sesiyle başladım hayata ve
geçmişten bugüne bir zaman tünelinde yürüdüm durdum. Zaman zaman hastanelerin
bahçesinde, koridorlarında ve odalarında gezintiye çıktım. Sarpay’ın hikâyesini
tekrar tekrar okudum; onu, içim titreyerek de olsa, annesi ve babası ile
birlikte son yolculuğuna ben de uğurladım; bir babanın vasiyetiyle adeta
apaydınlık oldum; arabada babasını bekleyen çocukların ağlaması içimi acıttı;
bir Bakan’ın masasındaki telefon trafiği beni de şaşırttı ve Mersin adında bir
şehir geçmişten günümüze neler neler yaşadı…
Yıllar…yıllar evvel, kaplumbağaların dahi zor
ulaştığı Arslanköy’ün o patika yollarından, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine
ve bugüne değin uzanan ibret dolu bu yolculuğun için de, sanki ben de vardım!
‘İbret ve Şahadet’i okuyup bitirdiğim şu gün,
beni derinden etkileyen ve hayatıma ışık tutan olaylar ve kavramlar oldu. Bunlardan birincisi; aile kavramı. Aile, her insanın hayatında şüphesiz ki en önemli
kavram. Bir diğeri de; güven içerisinde kurulmuş hakiki dostluklar…Bir de,
artık biliyorum ki; hayatımızdan eksik etmeyeceğimiz en önemli kavramlardan
biri de; adalet olgusu olmalı...Yaşadığımız
coğrafyanın hızla değişip gelişmesi; teknoloji ve tıbbın yaklaşık 100 yıllık
bir tarih içerisinde adeta mucizevî bir şekilde ilerlemesi de dikkate değer
diğer bir ayrıntı.
Doktor Ahmet Arslan, bu yaşanmış yıllar
içerisinde kendi biyografisi ile birlikte; bir köyün, bir şehrin, bir ülkenin yaşadığı
bütün gelişmelerini de kendine özgü bir anlatımla kaleme almış ve adeta bir
asrın gelişimini de kayıt altına almış. Yazarın bu biyografisinde olayların,
adeta fotoğrafını çeker gibi, bütün canlılığıyla yaşatan anlatım tarzı da beni
çok derinden etkilemiştir. Bu kitabın insan üzerinde en çok tesir bırakan bir
yanı is şudur: bu yazılanlar tümüyle, yaşanmış bir hayat hikayesidir…
Burada, sayın yazarın bana emanet ettiği
bu değerli eserde benim de, az da olsa katkım olduğu için bu gün, şu an çok
büyük onur duyuyorum…Şu an, bu güzel emanet için, hala niçin seçildiğimi yazara
sormuş değilim… Ancak benim yorumum şudur: “İbret ve Şahadet” adlı bu eser,
benim devam eden yolculuğuma ciddi anlamda bir ışık tutmuştur; siz değerli okurlara
da ışık tutması temennisiyle efendim…
Arife
Ünüvar