6 Eylül 2012 Perşembe

Editörün Notu...



Şubat ayının yağmurlu ve güzel bir günü. Mersin’deyim. Gün, henüz yeni aydınlanıyor. Odamın penceresini açıyor ve usul usul yağan yağmuru izliyorum. Esen hafif bir rüzgârla beraber odama hızlıca birkaç yağmur damlası dalıyor. Derin bir nefesle, içime çekiyorum huzur veren bu kış havasını! Günün en güzel saatleri ve ben böyle bir ruh halinde iken, birden telefonum çalıyor. Ellerim merakla telefonuma uzanıyor. Telefonumun diğer ucunda Mersin Devlet Hastanesinin eski başhekimlerinden Doktor Ahmet Arslan var. O her zaman ki mütevazı ses tonu ile önce beni selamlıyor ve ilave ediyor
“Bu gün, müsaitsen ziyaretine geleceğim. Bana ait bir konuyu, seninle konuşup, paylaşmak istedim. Hatta mümkünse yardımını da rica edeceğim!” diyor.
Açık konuşmak gerekirse meraklanıyor ve heyecanlanıyorum; her zamanki gibi heyecanımı saklayamıyorum ve:
 “Tabi ki, efendim. Buyurun, ne zaman isterseniz, bekliyorum!” diyorum…

Aradan kısa bir zaman geçiyor. Yağmur çoktan diniyor ve yağmur bulutları yaşadığım şehri yavaş yavaş terk ediyor. Odamın güneye bakan penceresine tam da güneş vuruyorken, kapım çalıyor. Ve beklenen misafirim Doktor Ahmet Arslan o tarihsel edasıyla; elinde asası ve başında vazgeçmediği şapkasıyla odamın kapısında beliriyor. O gelince, sıcak limonlu adaçaylarımızı söylüyorum ve onu dinlemeye başlıyorum…
 O ise, oturduğum odanın, çalıştığım mekânın, yaşadığım şehrin yıllar…yıllar öncesine değin uzanan; o eski günlerin yad edildiği sohbetine başlıyor. Onu dinlerken; sesindeki coşku ve yüreğindeki sıcaklıkla birlikte odam bir kış mevsimi, güneşin de etkisi ile bambaşka bir havaya bürünüyor. Nihayet, elindeki o şeffaf, mavi kaplı dosyasını bana uzatıyor ve gözlerindeki o güven dolu gülümsemesiyle ellerime veriyor. Heyecanla birer birer sayfaları çeviriyorum. 89 yıllık bir hayat hikâyesinin yazıldığı satırlar adeta avuçlarımın arasında hızlı hızlı akıp gidiyor. Ben sayfalara dalmışken, o konuşmaya başlıyor:

“O elindeki, benim kayıt altına aldığım hayat hikâyem; senin de bir göz atmanı istedim. Bu emanet için niçin seni seçtiğimi zamanı gelince paylaşacağım!”

 Ben ise, hem onu dinliyorum, hem de ister istemez sayfaların, paragrafların, satırların, kelimelerin arasında o gün bu gündür gezinip duruyorum…

İşte bugün, şu an Nisan ayının bir başka günü… Bir akşam vakti. Şu an, neredeyse bir asıra yaklaşan bu yorgun tarihin ilk şahidiyim. Adeta her anıyı ve her satırı yaşadım. Her gece, başka bir anıyla gözlerim kapandı ve her sabah merak içerisinde başka bir anıyla uyandım. Yaşadığım kentte bir zaman yolculuğuna çıktım; henüz yeni doğmuş bir bebeğin ağlama sesiyle başladım hayata ve geçmişten bugüne bir zaman tünelinde yürüdüm durdum. Zaman zaman hastanelerin bahçesinde, koridorlarında ve odalarında gezintiye çıktım. Sarpay’ın hikâyesini tekrar tekrar okudum; onu, içim titreyerek de olsa, annesi ve babası ile birlikte son yolculuğuna ben de uğurladım; bir babanın vasiyetiyle adeta apaydınlık oldum; arabada babasını bekleyen çocukların ağlaması içimi acıttı; bir Bakan’ın masasındaki telefon trafiği beni de şaşırttı ve Mersin adında bir şehir geçmişten günümüze neler neler yaşadı…

Yıllar…yıllar evvel, kaplumbağaların dahi zor ulaştığı Arslanköy’ün o patika yollarından, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine ve bugüne değin uzanan ibret dolu bu yolculuğun için de, sanki ben de vardım!






‘İbret ve Şahadet’i okuyup bitirdiğim şu gün, beni derinden etkileyen ve hayatıma ışık tutan olaylar ve kavramlar oldu.  Bunlardan birincisi; aile kavramı. Aile,  her insanın hayatında şüphesiz ki en önemli kavram. Bir diğeri de; güven içerisinde kurulmuş hakiki dostluklar…Bir de, artık biliyorum ki; hayatımızdan eksik etmeyeceğimiz en önemli kavramlardan biri de; adalet olgusu  olmalı...Yaşadığımız coğrafyanın hızla değişip gelişmesi; teknoloji ve tıbbın yaklaşık 100 yıllık bir tarih içerisinde adeta mucizevî bir şekilde ilerlemesi de dikkate değer diğer bir ayrıntı.

Doktor Ahmet Arslan, bu yaşanmış yıllar içerisinde kendi biyografisi ile birlikte;  bir köyün, bir şehrin, bir ülkenin yaşadığı bütün gelişmelerini de kendine özgü bir anlatımla kaleme almış ve adeta bir asrın gelişimini de kayıt altına almış. Yazarın bu biyografisinde olayların, adeta fotoğrafını çeker gibi, bütün canlılığıyla yaşatan anlatım tarzı da beni çok derinden etkilemiştir. Bu kitabın insan üzerinde en çok tesir bırakan bir yanı is şudur: bu yazılanlar tümüyle, yaşanmış bir hayat hikayesidir…

  Burada, sayın yazarın bana emanet ettiği bu değerli eserde benim de, az da olsa katkım olduğu için bu gün, şu an çok büyük onur duyuyorum…Şu an, bu güzel emanet için, hala niçin seçildiğimi yazara sormuş değilim… Ancak benim yorumum şudur: “İbret ve Şahadet” adlı bu eser, benim devam eden yolculuğuma ciddi anlamda bir ışık tutmuştur; siz değerli okurlara da ışık tutması temennisiyle efendim…

                                                                                                     Arife Ünüvar 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder