29 Şubat 2012 Çarşamba

BİR GURUR TABLOSU!

Teknik Direktör Fikret Yılmaz’ı bilenler bilirler ama…
Gelin görün ki!
Bu isim şu günlerde şu şekilde anılıyor:
‘Trabzonsporlu Burak Yılmaz'ın babası.’
Burak Yılmaz ise, şu anda Spor Toto Süper Lig'in gol kralı.
Baba Fikret Yılmaz kim peki? 
Bank Asya Birinci Lig’de mücadele eden Erciyesspor'un eski Teknik Direktörü.
Peki, bu kadar mı? 
Elbette ki,  hayır!
Başarı dolu hayat hikâyesi aslında şöyle başlıyor:
Sene 1957, Adana.
Baba Fikret Yılmaz doğdu.
Hayatı futboldu ve futbol olacaktı.
Futbola Adana'da İncirlikspor’da başladı.
Kaleci olacaktı, oldu.
Hem de ülkenin sayılı kalecilerinden oldu.
Bir dönem Beşiktaş formasını taşımanın gururunu yaşadı.
Yıllar içerisinde Antalyaspor'a gitti.
Antalya'da dile kolay 6 yıl…
Ve Antalya'da yuva kurdu.
Antalya'nın Süper Lig'e çıktığı sene de baba oldu.
Sene 1985, Antalya.
Burak Yılmaz doğdu.
O gün, Fikret Yılmaz baba olmuştu.
Burak da, tıpkı babası gibi futbolcu olacaktı.
Ne de olsa yeşil sahaların içinde büyüyordu.
Oldu da, ancak o kaleci değil, filelerin korktuğu bir futbolcu oldu.
Futbola doğduğu şehirde, Antalya'da başladı.
Sonra o da tıpkı babası gibi Beşiktaş'a gidecekti.
Manisa, Fenerbahçe, Eskişehir…
Derken Burak Yılmaz Trabzonspor’da adeta yeniden doğdu.
Şu an Spor Toto Süper Ligi'n gol kralı.
17 numaralı formanın sahibi.
Türk futbolunun yeni yıldızı Burak!
Fikret Yılmaz, Burak Yılmaz’ın babası.
Burak Yılmaz, Fikret Yılmaz’ın oğlu.
Baba yılların futbolcusu, şimdilerin Teknik Direktörü.
Oğlu ise Süper Lig’in gol kralı.
Türk futbolunun yeni yıldızı.

Balkan Şampiyonu!

Balkan Şampiyonu

Nevin Yanıt’ın başarı dolu hayat hikâyesini yazarken, her defasında gözlerimdeki bir iki damla gözyaşına engel olamadım! Çocukluk yıllarımda izlediğim filmlerdeki karelere benzetiyorum onun mücadelesini. Onun hikâyesi şöyle idi:

İlkokul yıllarında sınıf öğretmeninin kızları ve erkekleri ayrı kategorilerde yarışa almasıyla başlamıştı serüveni.

Nevin, kızları açık ara ile geride bırakınca, öğretmenin gözleri açık kalmıştı. Dayanamadı, erkeklerin kategorisine de aldı onu. O da ne!

Nevin, erkekleri de açık ara geride bırakmıştı!

Gördüklerine inanamayan öğretmen, onu defalarca koşturdu ve defalarca tüm sınıfı geride bırakan Nevin'e;

"Kızım, sen tatlı bela mısın nesin?” dedi!

Ve o tatlı belayı, kendi elleriyle atletizme yazdırmak için, gerçek adresine götürdü.

Önce kendisi inandı Nevin’in. Sonra ailesi. En büyük desteği de onlar verdiler. Antrenörü Cüneyt Yüksel ile çok zor şartlarda çalıştılar.

Nevin Yanıt ismi başarı yolunda koşan gençlerimiz için bir umut oldu.

Bugünlerde atletizm 60 metre engellide, 8. 17 ’lik derecesi ile Balkan Şampiyonu olan Nevin Yanıt, atletizmde kariyerine bir yenisini daha ekledi.

Hiç bir zaman bulunduğu yer ile yetinmeyen milli sporcumuz, sadece atletizmde değil; birçok alanda tüm sporcular için bir sembol haline geldi. “Azmin ve inancın zaferidir” diyebileceğimiz Nevin Yanıt, ismine yeni başarı hikâyeleri yazdıracak türden işler başarıyor. Sadece atletizmde de değil, hayatında pek çok konuda -kişisel gelişim konusunda da profesyonel destekler alarak- kendini geliştirmeye adadı.

Şampiyon, başarısını bakınız nasıl değerlendirdi:

" Her başarının altında bir hayat öyküsü vardır ama atletizme ilk başladığımda hedefimi koymuştum. Hedeflerim Milli Takım'a girmek, Türkiye rekoru kırmak ve Avrupa'da başarılı olmaktı.Olimpiyatlarda madalya alacağımı söylüyordum hep. Bazı yerlere çok kolay gelinmiyor. Çok çalışarak geliyorsunuz. Sabretmek gerekiyor.”

Şampiyon’un ve bu başarıda büyük rolü olan antrenörü Cüneyt Yüksel’in azmini bir kez daha alkışlıyorum. Daha nice şampiyonluklara…

Kim Engelli !




Kim engelli!

Tek kollu bir kaleci, dünyanın en başarılı kalecisidir bana göre!

Gözleri görmeyen bir golcü de / futbolcu da gerçek bir gol kralıdır!

Onları bir araya getiren, futbol aşkı ve futbol topunun büyüsü!

Sloganları, ‘futbol aşkımız engel tanımaz!’

Amaçları futbola pozitif bir güç kazandırmak.

Onların oynadığı futbolun bir kuralı yok!

Oyunda aklınıza gelen, gelmeyen her şey serbest!

Tek kural şu:

Topun filelerle buluştuğu anda ki sevincin adı:

Gol sevinci!

Kuralsız futbol olur mu, olur!

Amaç eğlenmek!

Kategorileri, Zihinsel Engelliler…



Bir kategoride  kaleci tek kollu!

Oyuncuların  tek bacaklı olması yeterli.

Oynadıkları futbolun adı; Ampute futbolu.

Hedef yine benzer, onların futbolla hayata bağlanmalarını sağlamak!

Kategorileri, Bedensel Engelliler…



Hiç aklınıza gelir miydi,  bir futbol topunun içinde bir zil olsun!

Evet, yanlış duymadınız zil!

Tek kural ise karşılaşma boyunca sessizlik mecburiyeti…

Bu oyuncuların hepsi tamamen görme engelli.

Tek gören kaleci!

Ofsayt kuralı hiç yok.

Kategorileri, Görme Engelliler…



Onların futbolunda oyuncu değişikliği sınırsız yapılıyor.

Her takım 4 oyucu ve bir kaleciden oluşuyor.

25’er dakikalık iki devre!

Oynadıkları oyunun adı ise futsal.

Kategorileri, İşitme Engelliler…

Ülkemizde işitme, görme, zihinsel ve bedensel engelli spor federasyonlarına bağlı yaklaşık beş bin adet futbolcu olduğunu biliyor muydunuz?  

Şöyle düşünüyorum! Son dönemde yaşananları, konuşulanları, yazılanları onlar gibi, biz de duymasaydık, görmeseydik, anlamasaydık ne güzel olurdu! Asıl mutluluk onların ki!  Futbolu sadece bir oyun olduğu için sevebilmek… Belki de asıl engel; futbolu bir oyun olarak göremeyen ve bu oyunu karıştıran ve karmaşıklaştıran zihniyete ait!


15 Şubat 2012 Çarşamba

Cam Kırıkları ve Şike Skandalı!




Çok sevdiğim bir hikâye vardır. Cam kırıkları hikâyesi... Bir yerlerde okuduğum ya da işittiğim bir hikâye idi belleğimde. Biraz araştırma yaptım. Meğer ‘cam kırıkları’ bir hikâye değilmiş, bilimsel bir teoriymiş !

Kırık Cam Teorisi, ABD'li suç psikologu Philip Zimbardo'nun 1969'da yaptığı bir deneyden ilham alınarak geliştirilmiş. Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model otomobil bıraktı. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Ve olup bitenleri izledi. Bronxtaki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ve iki öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar  da olaya dahil oldu. Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.
Demek ki diyordu Zimbardo, "ilk camın kırılmasına ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerekiyor. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemezsiniz!

Kırık Cam Teorisi ile ilgili bilindik bir başka gerçek de şöyle anlatılır.  
Bir mahallede ya da caddede bir bina düşünün. Binanın camlarından biri bile kırılsa, eğer bu cam kırığına anında müdahale edilmez, sahip çıkılmaz, o bölgedeki büyük yaşayanlar ya da yetkililer konuya somut bir çözüm getirmezler ise; çok kısa bir süre sonra  orada cam kırıkları artar.

2011’e damgasını vuran ve adeta futbolda bir deprem etkisi yaratan, çok yaralayıcı Şike skandalı ile ilgili görüşüm cam kırıkları teorisiyle örtüşüyor.
Eğer camın kırılmasına bir kez dahi izin verir iseniz; çok kısa bir süre sonra cam kırıkları yüzünden yeşil çimlerde dahi yürüyemez hale gelirsiniz !




Gülümse!

Yıl 1925.
Sıcağın çok çetin olduğu bir gündü.
Ağustos ortaları…
Biri bankacı, diğeri öğretmen, bir diğeri üsteğmen, diğerleri ise tüccar ve de memur toplanmışlardı yine.
Muhtemelen ya bir odada, ya da birinin mekânında, ya da kim bilir; Millet Bahçesinde! 
Bir akşamüzeri, çaylarını yudumlarken her zamanki gibi heyecanlıydılar.
İçlerinden biri; cevval ve haşin bir çıkış yaptı:
“Hani, yine boş mu konuştuk. Kuralım şu ocağı!
Bakın, çocuklar, gençler yine sokaklarda top koşturup duruyorlar.”
Bir diğeri dayanamadı ve ayağa kalktı.
“Tamam, hadi kalkın artık gidiyoruz!”
“Nereye?..”
“Şu an nereye gitmemiz gerekiyorsa oraya!”
***
O gün, çeşitli meslek gruplarından oluşan bir avuç gönüllü ayağa kalktı.
Ve aylardır konuştukları işin ciddiyetle sonuçlandırılması için gerekeni yaptılar.
Kentte hemen herkesin sevgisini kazanmış olan bu insanları bir araya getiren hikâyenin esas konusu bir kuruluş hikâyesiydi.
Bir çınarın tohumlarını ekmişlerdi.
Bu çınar, büyüdü, büyüdü, büyüdü…
Adı; Mersin İdman Yurdu oldu.
***
Mersin’de, İdman Yurdu yıllardır süregelen bir aşk hikâyesiydi.
Öyle ki, Toroslar’ın tepelerinde bu aşkın kelamı hiç eksik olmazdı.
Bu aşkın tohumları yıllar yıllar önce atılmıştı.
O tohum filizlenmiş, dal vermiş baharı görmüştü.
Mersin’de İdman Yurdu, çok sevilen bir şarkının sözleri gibiydi:
‘Belki şehre bir film gelir/Bir güzel orman olur yazılarda/Mevsim değişir Akdeniz olur/ Gülümse…’
***
İbrahim Yekta, Edip Buran, Hayri Güntekin, Hasan Tahsin ve diğerleri o gün çok mutluydular.
Sözleştiler.
Akşama sahilde balık yiyeceklerdi.
Her şey tamamdı.
Sıra aşklarının rengini belirlemeye gelmişti!
Yıl 2012.
Şubat ortaları…
O renkler, bugün Mersin’de yediden yetmişe herkesin gönlünde taht kurmuş, sokağında bayrak olmuş, dilinde bitmek bilmeyen bir aşk şarkısı olmuş.
“Gülümse… Hadi gülümse…”

14 Şubat 2012 Salı

KALECİLER GERÇEKTEN DELİ MİDİR?


Takım içerisinde diğer on oyuncudan görev alanından tutun da, formasının rengine kadar farklı olan kaleciler için söylenenler gerçektende doğru mudur? Kaleciler gerçekten de delimidir?
Kaleci antrenörü Haluk Kaplan’ın cevabı çok net! Kendince, akıcı bir üslupla kaleme almış bu konuyu. Hani aydınlatmış merak sahiplerini diyebilirim. Bakalım kendisi de bir kaleci olan Kaplan hoca neler anlatmış:
***
“Eğer kaleciler deliyse nasıl oluyor da onca aklı başında insan sektör haline gelen bir oyunun en kritik mevkisinde bir deliye görev verebiliyor? Peki bu yakıştırma o deliye görev veren teknik ekibe ve yöneticilere de hakaret değil midir? 
Türk Dil Kurumuna göre deli; ‘akli dengesi bozuk, ruh hastası’ olarak tanımlıyor.
Bizler deli sıfatını esasen; ‘coşkun, azgın ve ya çılgın’ insanlar için kullanırız.
Coşkuyu kişiyi kamçılayan güçlü duygular olarak da tanımlayabiliriz. Bu duyguyu az ya da çok her insan yaşamıştır. Öyle bir duygudur ki coşku, insan kıpır kıpırdır ve enerjisiyle her şeyi başarması mümkündür. Hatta yürürken dahi ayaklarınız yere değmez. En güçlü ve yenilmez sizsinizdir! Kim bu duygulara sahip olmak istemez ki!
***
Gözü hiçbir şeyden yılmayan sınırların ötesindeki insana da ‘azgın’ diyebiliriz.
Kalecilik öğretilerinde; ‘rakip oyuncuya asla teslim olma!’ denir. O halde her şeyi kabullenmeye hazır bir ruh hali ile kalecilik yapılamaz. Çılgınlık ise, gerçek yaşamda  hata yapmaktan korkmama sanatıdır.
Sıra dışı bir iş yapıyorsanız, o mesleğin sıra dışı özelliklerine sahip olmanız gerekebilir.
Futbolun içindeki en hassas ve maçın gidişatını direkt olarak etkileyen mevkinin kalecilik olduğu aşikar. Böyle bir mevkide görev alabilmek için güçlü bir yürek, coşku dolu bir ruh hali, hiçbir şeyden yılmayan bir benlik ve hata yapmaktan korkmayacak kadar cesur bir insan olmak gerekiyor.
***
Bu özelliklere sahip bir kaleciden deli diye bahsetmek o mevkiye gıpta ile bakmayı gerektirir. Ve eğer kaleciler gerçekten deli olsalardı kulüpler yetenekli kaleci bulmak için çaba sarf etmezler; sadece akıl hastanelerini dolaşıp oralarda seçmeler yaparlar aradıkları yeteneği oralarda bulurlardı.
Erasmus derki; ”Akıl ne kadar can sıkıcı ve azap vericiyse, delilik o kadar hafif ve keyiflidir. Devam eden her şeyde delilikten bir parça vardır! Her güçlük karşısında başvurulan delilikler olmasa nasıl yaşanır?”
Öyle ya! Delilik bu ise kim birazcık deli olmak istemez ki!..



İmparator yine imparator!





Sene 1953.
Bir Eylül sabahında, Adana’da bir çocuk dünyaya gelir.
O gün, tarif edilemez bir mutluluk sarar Talat babanın yüreğini…
Çocuğun kulağına dualar ve ezan sesleri sonrası,  “Fatih”  adı fısıldanır.
Fatih;  “zaferler kazanan, fetheden” demektir!”
Adana’da o gün, mevsim bahar olur!
Fatih hızla büyür.
Öyle ki, sokaklarda oynadığı futbolla dikkatleri üzerine çeker hale gelir.
Talat Baba, “bu çocuk büyük bir futbolcu olacak Talat!” diyen arkadaşlarının ısrarlarına dayanamaz ve onu hocaların hocasına emanet eder.
Sonraları Adana Demirspor Fatih’i renklerine bağlayacak ve onunla bir üst liglere terfi edecektir!
Ancak o Fatih, Adana Demirspor’da adeta şiir gibi futbol oynayınca olanlar olur!
***
O yıl ve o yıldan sonra televizyonlar, gazeteler ve spor adamları “Fatih Terim” adını konuşmaya başlarlar.
Artık Fatih’in yuvadan uçma zamanı çoktan gelmiştir!
Adanalı Fatih Terim, Galatasaray’ın takım kaptanı olur.
Artık Talat babanın ve annesinin yaşadığı heyecanları, bütün ülke insanı hep birlikte yaşayacaklardır.

Nedeni; Türk futbolu da, tıpkı o sabah kulağına fısıldandığı gibi, bir  “Fatih”  kazanmıştır.
Uzun yıllar, Galatasaray formasını giyen Terim, milli takımın vazgeçilmez oyuncusu olur ve zamanla da kaptanı olduğu takımın hocası olur bu zaman yolculuğu içerisinde…
Fatih Terim, başarılarıyla artık dillere destan olacak bir hoca olmuştur.
Ve Türk futbolseverler ona “İmparator Fatih”  demeyi kendisine bir borç bilir!

Ve futbol hayatı Adana Demirspor ile başlayan Fatih Terim, bugün yine Galatasaray’ın Teknik Direktörü.
Ziraat Türkiye Kupasında Adana Demirspor - Galatasaray karşılaşması içinde sadece futbolun olduğu bir karşılaşma olmadı.
İçinde unutulmayan anıların anımsandığı özel bir karşılaşma oldu!

Skor Tabelası ve Hayat!

“Fırtınalar insanın denizi sevmesine engel olamaz” demişti Maurois.
Oysa hayat bazıları için sadece skor tabelasından ibaret.
Soru da aynen şu:
“Maç kaç kaç?”
Neyin, nasıl olduğu hiç önemli değil abi!
“Maç kaç kaç?”
Oysa fırtınalar denizi sevmemize engel değil!
Tıpkı bir marş gibi geliyor kulağa değil mi?

***
Peki, “İnsan asıl kalbiyle görür, esaslı olan şeyler gözle görülmez” diyen Exupery kör müydü sizce?
Skor tabelasını göremiyor muydu?
Skor tabelası esaslı mı değildi ona göre!
Göremediğimiz başka skor tabelaları da mı var?
Yoksa skora bakmadan “sportmence mi” demek mi  hayatın kendisi?
Maçtasınız ve bir gözünüz oyunda diğeri skor tabelasında oysa hepinizin!

***

“Son dakika da olmasaydı, hayatta bir çok şey yapılamazdı” diyen Tarilor’a göre son dakikaların hayatımızda ne kadar önemliydi…
Son dakikalar tükenmeyen umutlarımız mı?
Son dakika; skor tabelası, gözleriniz ve kopan fırtınalar…
Ama denizleri sevmenize engel değil ki hiç bir şey…
Renklerinizi, takımınızı, kenti;  kırmızıyı – laciverti ya da diğerlerini!

***

Kendisine inanmayanlara; “Dünya her şeye rağmen dönüyor” diyen Galileo de demişti ki;
“Fakat gene de dünya dönüyor!”
Skor tabelalarına rağmen!
Fırtınalara rağmen; her şey, hayat; sevilmeye değer!
Ya da “gözler yaşarmadıkça, gönüllere gök kuşağı doğmazdı!” diyen Cheney’in de dediği gibi!

***

Her şeye rağmen!
Skor tabelaları gerçek biliyor musunuz?
Peki skor tabelasına yansıyanlar?
Onlar; hayatın ta kendisi…

13 Şubat 2012 Pazartesi

Futbolumuza bahar gelsin!

Kar manzaralarını hep sevmişimdir ve karın hemen her insanı büyülediğine inanırım.
Ancak bizlere çok sevimli gelen kar ve kış diğer taraftan bir o kadar da ürkütücü olabiliyor.
Futbolun gündeminde her kış olduğu gibi bu kış da yine kar var!
Ancak bu kış, kar bildiğimiz gibi değil!
Bitmeyen skandallar dizisi, sıkışık maç takvimi derken bütün bunlara bir de kar yağışları eklenince…
Kış bitmek bilmedi!

Karla, kışla, kıyametle adeta buz pateni yapılan pistlere dönmüş yerler var.
Alttan ısıtmalı statları bir kenara bırakın.
Fiziki koşulları kötü olan statlarda durumu sorarsanız tam bir facia!
Alt liglerde kazaya davet çıkaran korkutucu manzaralar var.
Bizler için, işin içinde bir de futbol olunca; seyrine doyum olmayan kar bir bakıyorsunuz ki bir kaos olmuş!
Futbolcuları düşünün; her biri birer kardan adam!
Kazaların, sakatlıkların ardı arkası kesilmiyor.
Zaman zaman bir de bakıyorsunuz ortada bir can pazarı yaşanıyor.
Düşünsenize…
Bütün bunların yanına, bir de sıkışık maç takvimini ekleyiverin.
Biri bitmeden, bir diğer yenisi başlıyor.
Bu çetin geçen kışla beraber ulaşım sorunu da apayrı bir sorun olsa gerek.

Bir de bitmeyen bir skandallar dizisi var!
Hemen her gün ardı arkası kesilmeyen yeni bir skandal, yeni bir haber.
Bütün bunlara rağmen hiç bitmeyen bir futbol aşkımız var!
Her ne olursa olsun…
Anlaşılan o ki…
Futbolumuzda da bir an önce iklim değişikliğine ihtiyaç var!
Her şeye rağmen…
Bitmek bilmeyen futbol aşkımızın devamı için…
Dileğim o ki; tez elden bahar gelsin; bu kış futbol gerçekten çok sert geçiyor (!)

Bitmeyen Skandallar Dizisi; ŞİKE!

Yazılarımı yazmadan önce en az üç ya da dört kitabı gözden geçirmeyi alışkanlık haline getirmiş bulunmaktayım. Bazen bir kelime bana bir ilham verirken bazen de manalı bir cümle düşüncelerimin pekişmesine destek olur! Kütüphanem çok zengin bir kütüphane olmasa bile, odamda ve hayatımda büyük yer kaplar hale geldi. Sadece spor kitapları değil, romandan tutun da birçok kitap kucak kucağa, sarmaş dolaş…
***
Gazetelerin spor sayfaları ya da spor yazarlarını da elimden geldiğince takip etmeye çalışırım. Çoğunlukla 90 dakikaların özeti olan spor köşelerini okurken birçok okur gibi ben de zorlanıyorum. Oralarda okumayı arzu etiğim çok daha farklı şeyler oysa…
Belki amatör bir sporcunun verdiği yaşam mücadelesi, belki başarılı bir sporcunun hayat hikâyesi, belki hiç fark etmediğimiz bir başka spor haberi ve yazısı…
Belki de hayatımıza ilham kaynağı olabilecek bir haber, daha yükseğe tırmanmamıza arkadaşlık edecek bir rehber. Bu tür ilginç sayılabilecek özlemlerim var, spor sayfaları ile ilgili…

***
Bugünlerde futbolda yaşanan bunca skandalın da, bu kadar -tekrar tekrar- önümüze sunulması gerçekten ızdırap verir oldu. Yaşanan tüm olumsuzluklardan tüm toplum, özellikle de spor camiası eminim ki kendine düşen payı çok iyi aldı. Sadece futbolda değil hayatımızda da onurlu bir mücadele ile ayakta durmak isteriz!
***
Ünlü düşünür Albert Camus çok iyi ifade etmiş aslında: “Hayatımda ahlaka dair ne varsa bunu futboldan öğrendim.”  Aşağı yukarı son altı ayda okuduğumuz satırlar, izlediğimiz kareler toplum olarak ortak bir kanaatte buluşmamızı sağladı umarım. Hangi spor branşı olursa olsun, ya da kim olursa olsun; gerçek ve dürüst bir mücadele izlemek ve de yaşamak istiyoruz! Bu konularda camiadaki çok önemli otoriteler verilmesi gereken gerçek mesajı vermeliler ki; toplumun da aklı ve vicdanı rahat etsin, huzur bulsun!
***
Dünyanın en iyi gerileme yolu olduğu yerde saymak ise eğer; biraz da yürüyelim ya da koşalım derim! Yepyeni sayfalar açmak için, yepyeni bir pencerede tertemiz bir havayı solumak için! Yeni yetenekler, yeni yıldızlar, yeni başarıları keşfedelim; izleyelim ya da yazalım, konuşalım!

Bir aşk hikayesi

Mersin’de İdman Yurdu, çok sevilen bir şarkının sözleri  gibidir:
‘Belki şehre bir film gelir, mevsim değişir Akdeniz olur, Gülümse…’