31 Ağustos 2012 Cuma

5 Ocak'ta Kadın Olmak !



Uzun yıllardır futbol izleyicisinin içerisindeyim.
Bir futbol seyyahı gibi; birgün bir şehirde, başka birgün bir şehirde takımına çılgınca destek veren milyonlarca farklı futbolseverin arasındayım.
Bundan bir yirmi yıl kadar önce erkek taraftarın arasında maç izlemek çok kolay bir olay değildi.
Beni tanıyanlar bilirler, çoğu zaman bir şapka takarak, bir şapkanın arkasına gizlendiğim günleri unutmam mümkün değil.
O günlerde kadın taraftar sayısı bir elin parmakları kadar azdı diyebilirim.
Asla saygıda kusur yoktu, ancak her ne hikmetse alışık değildi erkek taraftar futbol sahalarının içindeki kadına.
Kadınlar futbolu sevemezdi belki onların dünyasına göre.
Futbol erkek işiydi ya da kim bilir kadın ve futbol birarada olamazdı!

Son bir kaç yıldır bu durum biraz değişti diyebilirim.
Özelikle de Türkiye Futbol Federasyonu'nun saha cezaları nedeniyle kadın taraftara sahaları açması ile bir çok hem cinsim ilk kez tanıştı futbolla, futbol sahaları ile ve kendinden olan futbol izleyicisi ile...
İyi de oldu. Futbol barış oyunu, ciddi anlamda bir birleştirici yönü var.
Hiç tanımadığınız insanlarla ilk kez orada göz göze gelebilirsiniz.
Aynı bilinçle, aynı duygu ve aynı heyecanla ile kalkarsınız oturduğunuz koltuklardan ayağa.
Hatta bir gol sesi ile sarılırsınız bazen hayata...

Süper Lig'in ardından, geçtiğimiz hafta PTT 1. Lig de büyük bir heyecanla sezona merhaba dedi.
Cezası nedeniyle Adanaspor - Şanlıurfaspor maçını kadın taraftarlarla birlikte izleme fırsatını yakaladım.
Turuncu- beyaz formasını giyen koşmuştu 5 Ocak Stadına.
Çocuk taraftarlar da kendilerince şenlendirmişti bu güzel futbol akşamını.
Dişi kaplanların takımlarını destekleyen tezahüratları hiç bitmek bilmedi.
5 Ocak'ta kadın olmak güzel şeydi doğrusu...

Dün, futbol sahalarında artık kadın taraftarı da görmek istiyoruz diyenler bugün kadın taraftarın büyük bir ustalıkla organize olup, takımlarını desteklediklerini ekranlarının başında izler oldular.
Öyle ya; kadınlar futbolu sevemezdi çok yakın bir geçmişte ya da futbol erkek işiydi; kadın ve futbol asla birarada olamazdı!
Yeni sezonda dilerim ki; maç cezaları olmadan da ya da cinsiyet ayrımı olmaksızın futbol sahalarına bambaşka renkler, güzellikler katsın tüm taraftarlar.

Sponsorsuz Sessiz'Lig'




Futbolda mücadelenin en üst düzey yaşandığı yerlerden biri de; Bölgesel Amatör Lig'ler.
Herbiri de imkanlar ölçüsünde varolmaya ve seslerini duyurmaya aday; yepyeni umutların yeşerdiği adeta Türk futbolunun alt yapısı sayılabilecek kulüpler.
Tanık olduğum bu mücadelelerden  biri de: "Yeni Aksarayspor."
2009 yılında kurulmuş olan siyah beyazlı ekip, Başkan Ali Karakuş ve yönetimi ile yepyeni umutlar ve başarılar peşinde.
Hedefleri; kulübü profesyonel liglere taşımak.
Bunun yanında, alt yapı ve tesisleşme anlamında da yepyeni hedefler koymuşlar kendilerine. Aksaray taraftarıyla da futbola susamış bir şehir.
Kulübün Sportif Direktörü Mesut Doğrutekin'in ifadeleri şöyle:
"Futbol insanlara ulaşabilmek için en doğru yol. Futbol sevgimiz tartışılmaz. Ancak Türk futbolu anı ya da günü yaşıyor. Türk futbolunun yarın sorunu yok. Oysa Türk futbolunun yarını Alt Lig'ler; Bölgesel Amatör Ligler..."

Alt Lig'leri tam manasıyla ifade edebilecek bir kelime olsa idi, o kelime hiç şüphesiz mücadele olurdu. Mücadelenin en çok yaşandığı ligler buralar.
Bu sayfalara misafir olan amatör sporcuların ve kulüplerin özel bir yeri var bana göre.
Nedeni: Alt Lig'ler sessiz mücadelelerin yaşandığı, mücadelenin en üst düzey yaşandığı ancak sesin en cılız çıktığı yerler. Ligin diğer bir adı olsa idi:  'Sponsorsuz Sessiz'lig' olurdu sanırım.

Buralarda, TFF'nin amatör futbolculara 30 yaş  sınırı getirmiş olması da sık sık dile getiriliyor. Bu sınırlama çok ciddi mağduriyetler doğurmuş. Bu liglerde yıllarca futbolla yaşamış bu insanlar seslerini duyuramamışlar. 'Futbola hayır!' diyerek tüm hakları elinden alınmış.
Futbol denince, hep aynı tekrarlar aynı isimler akla gelir durumda.
Sözüm ona; ben de şimdi sormak ihtiyacı duyarım:
"Futbol için gelecek olarak görülen bu insanlara neden kulak verilmiyor?"

Sözün özü:
Bölgesel Amatör Lig'lere yetkililerin ve federasyonun ciddi anlamda destek vermesi bekleniyor.
Türk futbolunun geleceği buralar. Tesis düşünülüyorsa bu liglerden yana tercih yapılmalı. Buralarda mücadele özverili insanlar ile sürdürülüyor.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Olimpiyat Halkaları ve Olimpizm






Hiçbir ulusa, kişiye, dine, olaya atfedilmemiş evrensel ve sosyal hareket olan Olimpiyat düşüncesinde tema olimpik kültür üzerine kuruludur.
Olimpik düşünce ya da olimpizm ise sadece bir düşünce olmanın çok daha ötesinde…

Olimpiyatlar logosuna baktığımızda iç içe beş ayrı halka görürüz.

Bu beş halka, beş kıtayı temsil eder ve bu halkalar yıllardır, büyük bir dayanışma içinde evrensel, eşit, insancıl, sürdürülebilir olarak insanların en doğal hakkı olan spor yapmalarını temsil ederler.

Olimpik değerlerin her biri de ayrı bir önemdedir.
Mükemmeliyetçilik bunlardan biri ve kişinin oyun sahasında ya da profesyonel arenada elinden gelenin en iyisini yapması anlamını taşır.

Sadece kazanmayı değil, aynı zamanda katılımda bulunmayı, doğru ilerlemeyi, günlük hayatımızda en iyisi olmaya çabalamayı ve güçlü bir vücut, beyin ve iradenin sağlıklı birleşiminden faydalanma anlamına gelir.

Sporu, dünyanın  dört bir yanındaki insanlar arasında karşılıklı anlayış ve dostluk aracı olarak görmeye teşvik eder.

Kendinize, bedeninize, başkalarına, kurallara, spora ve çevreye saygı da bir başka önemli değerdir. Fair playin yanı sıra dopinge ve diğer ahlak dışı davranışlara karşı savaşı  içerir.

Olimpik hareket, sporun hiçbir ayrımcılık olmaksın yapılabilmesini sağlamayı kapsar ve insanları ilginin merkezine yerleştirerek, spor yapmanın bir insan hakkı olduğuna dikkat çeker.
 Spor bireyler ve toplum üzerinde yapabileceği evresel etkiyi önemser. 
Yıllardır süregelen olimpiyatların ana teması tek bir cümle ile özetlenmek istenirse belki de o cümle şu olurdu: 
Spor herkese aittir.   

Olimpiyat güneşimiz Mersinli Ahmet!


Bir Mersinli Ahmet vardı!
Mersin’in Kiremithane Mahallesinde doğan ve olimpiyat sporu için bir gurur abidesi olan, 1914 yılında doğmuş, o günlerin güçlü çocuğu…
Bir Mersinli Ahmet vardı!
Duvarcı ustası bir babanın oğlu, önce güçlü olmasıyla dikkatleri üzerine çekti, spora boksla başladı, ardından atletizm ve adını tüm dünyaya duyuracağı güreşle tanıştı sonra…
Kireçci ailesinin çocuğu Ahmet yokluklar içerisinde büyüdü ama gücüyle, başarılarıyla adını önce Tarsus’da yapılan Karakucak güreşlerinde birinci olarak duyurdu.
Kısa bir süre sonra İstanbul’da da adı sanı duyulmaya başladı. İzmir’de Balkan Şampiyonasında Nuri Baytorun ve Adnan Yurdaer gibi büyük ustaları da  yenince 18 yaşında Milli Takım’a girdi ve Balkan Şampiyonu oldu.
1936 yılında Berlin Olimpiyatlarında üçüncülük kazandı ve ülkesine madalya ile döndü!  Yine 1937 yılında dünya üçüncülüğü ve 1940 yılında ise Balkan Şampiyonluğu, 1978 yılında Londra Olimpiyatlarında ise kendi sıkletinde şampiyon oldu.
Başarıları, madalyaları, ödülleri saymakla bitmez bir Mersinli Ahmet vardı…
O, sadece Mersinlinin değil, o yıllarda tüm dünyanın tanıdığı, başarılarının saatlerce alkışlandığı, Kiremithene’de doğan, Olimpiyat minderlerinde güneş misali parlayan Ahmet Kireççi idi.
O tarihlerde esen kasırga adını ondan almıştı; Türk Kasırgası!
Belki de bu yüzdendir:
Mersin yeni olimpiyat şampiyonları yetiştirmelidir!
Mersin bir olimpiyat şehri olmalıdır.
Belki de bu yüzdendir; Mersinli Ahmet bu şehrin ilk olimpiyat güneşidir ve
Olimpiyat ateşini yeni Mersinli Ahmetler yakmalıdır!



Nevin Yanıt

9 Ağustos 2012 Perşembe

Burcu'nun Atletizm Rüyası!


“Atletizme başladığım o ilk günü çok iyi hatırlıyorum. 24 Haziran 2004.
Ben bir voleybolcuydum.
Beden Eğitimi öğretmenim ellerimden tuttu ve beni Cüneyt Yüksel Hoca’ya teslim etti.
Tevfik Sırrı Gür Stadyumunun toz toprak zemini, hava çok sıcak ve sürekli koşuyorum.
Voleybol bir salon sporu ve salondan çıkmış gelmişim, bu havalara, toza toprağa hiç alışamamıştım. İlk bir hafta adeta kaçtım diyebilirim.
İlk yarışlarımı Ankara’da yaptım. Derecem 1.35.
Cüneyt Hoca, bana baktı ve sen beş yıl sonra çok rahat 1.90 atlarsın dedi.
Başarımın yüzde doksanı Cüneyt Yüksel’e aittir.
O, 100 metre engellide bir profesyonel olduğu gibi yüksek atlamada da dünyadaki tüm gelişmeleri yakından takip ediyor ve kendini de sporcularını da geliştiriyor.
Artık bu alanda da bir profesyonel.

Atletizmde yaptığınız antrenmanlar çok önemli. Ben günde 8 saat antrenman yapıyorum. Kendimi tamamen bu spora adadım.
Hırs, güven ve tutku ve derken kendimi başarıya odaklandım.
Mümin Sekman’ın beni çok etkileyen bir sözü vardır:
Rüzgârı suçlamayı bırak, yelkenleri kullanmayı öğren! Seyirci koltuğundan sıkıldıysan, sahneye çık. Zirvede her zaman bir kişiye daha yer var. Başkaları yapabildiyse, sen de yaparsın. Her şey seninle başlar!”       
Ben de, seyirci koltuğunda oturmaktan vazgeçtim.
2007 yılından bu yana hayatımın sahnesindeyim. Hedefim, ülkeme önce Avrupa’da, sonra dünyada, daha sonra da olimpiyatlarda madalyalar getirmek. Bunları başaracağıma inancım sonsuz!

Atletizme başladığım o ilk günden bu yana çok büyük tecrübeler yaşadım. Bu spor sayesinde sosyal, ekonomik ve kültürel olarak hayatım tamamen değişti. Farklı kültürler ve farklı mekânlar gördüm. Bizlere çok değer veriliyor. Bunların bilincindeyim.”

Mersinli Burcu Ayhan yepyeni rekorlara koşuyor anlayacağınız!
Atletizme Tevfik Sırrı Gür’ün toprak zeminlerinde başlayan milli atlet Burcu Ayhan henüz 22 yaşında. Yüksek atlamada, Gençler Türkiye rekortmeni ve 23 yaş altı Türkiye rekortmenidir.  Gençler Avrupa şampiyonasında ve 23 yaş altı Avrupa Şampiyonasında üçüncülükleri var. Akdeniz Oyunları ikinciliği ve Karadeniz Oyunları birinciliği var. Fazla söze de gerek görmüyorum. Burcu Ayhan söylenecekleri fazlasıyla söyledi zaten!

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Cüneyt Ağabeyin 100 Metre’si…



1936…Berlin Olimpiyatları. Kore, Japonya’nın işgali altında.
Koreli sporculara Japonya’nın forması giydirilmiş.
Birinci; Japonya’nın bayrağını taşıyan bir Koreli…Sohn Kee.
Göndere Japon bayrağı çekiliyor ama onun gözleri yaşlı, nedeni; ülkesi işgal altında.
Ve harp bitiyor sene 1948…Londra Olimpiyatları…Birinci yine Sohn Kee…
Ama bu kez göndere çekilen Kore bayrağı…Kore bağımsızlığını kazanmış ve sporcusu kendi bayrağı için koşmuş…

Bu hikayeyi ülkemizin olimpiyat ateşini yakan, atletizm için bir satırbaşı olarak anılan bir bilgeden öğreniyoruz. “Cüneyt Ağabeyin 100 metresi” adlı kitabın başkahramanından. Geçtiğimiz yıl trafik kazasında kaybettiğimiz Cüneyt Koryürek için yazılan kitapta sporseverler için yüzlerce mesaj var.

17 yaşında başlıyor atletizme ve hayatını gazeteci ve yazar olarak devam ettiriyor. İz bırakanlardan; “Atletizm bana yılmamayı, sabırlı olmayı, insanları sevmeyi ve rakibime hürmet etmeyi öğretti. Hem  Atletizm benden sorulur” diyor.

Uygarlığın temeli, merhaba, nasılsınız, lütfen ve özür dilerimler ile atılacaktır. Medeniyet, üçüncü kişilerin haklarına saygılı olmaktır.” diyerek dostlarına hep medeniyet dersleri veriyor. O, çevresini bilgisiyle zehirleyen bir yazar. “Hayattan hep talep edeceksiniz, asla kanaatkar olmayacaksınız ve verdiğiniz sözü asla unutmayacaksınız.” diyor mesela.

Aklı hep ön plana alan bu mucize insanın fotoğrafı zihinlere; dik bir duruş, beyaz saçlar ve zıpkın gibi bir delikanlı olarak kazındı. Ayrıca; derin ve büyük bir yürek sahibi.
“Onda, aristokrat olmayan bir asalet vardı. Zamana ve mekana bağlı kalmadan çalışırdı. Kitaplarla işgal edilmiş bir ofise girerdiniz, üstünüze bir küçüklük hissi sinerdi. Daha az cahil ölebilmek için çırpınan Cüneyt Ağabeyin uyandırdığı bir histir bu.” Gözlerini okumaktan an ve an ama kaybetmiş ama o mercekle okumaya devam etmiştir.

Sevgimi de paylaşabilirim bilgimi de, hem sevgimi ve bilgimi versem ne kaybederim ki…” diyecek kadar ince bir ruha sahip. Dostları onu kaybetmenin acısıyla;
Dostları olmalı insanın;
Ermiş, bilge, hayatı ezbere okuyabilen,
Düşünemediklerinizi  düşündürebilen…şiiri sanki onu anlatıyor diyorlar…

“Hem hepimizden biri idi, hem hepimizden farklı idi diyor bir öğrencisi;
Yıl 1980…Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu…Ders, Gazeteciliğin Temel İlkeleri…Beyaz saçlı bir adam kürsüye doğru yöneliyor ve;
“Adım, Cüneyt Koryürek. Hakkımda bu kadar bilgi yeter…”

Tıpkı dostlarının da dediği gibi; sizce Cüneyt Ağabey iki bin kelimeyle anlatılabilir miydi?

3 Ağustos 2012 Cuma

Başarı istikrardır!



Bir çift gözün hikayesini ondan dinlemek istemiştim.
Tamam, “bir çift iri göz” ama, neler anlatıyor olabilirdi ki!
Siz de olsanız merak ederdiniz!
Mersin Büyükşehir Basketbol takımından ayrıldığı günlerde iki oyuncusunu yanına çağırdı ve onlara giymesi için iki ayrı tişört hediye etti.
Tişörtün birinin üzerinde irice bir çift göz vardı.
Şöyle söyledi:
“Bunu giydiğinde, her şeye bu bir çift gözle bakmalısın!
Sahanın içindeki her şeyi görebilesin diye.
Hayatta her şeye de daha dikkatli bakmalısın, iki kat daha dikkatli!”
Diğer bir tişörtü başka bir oyuncusuna hediye etti.
Onun üzerinde ise “çok çalış” yazıyordu.
Benim antrenörlüğüm bir sistemdir” diyen Ceyhun Yıldızoğlu’nun farkı bu olmalı. Oyuncularına kattıkları, onlara verdiği değerler bütünü, bambaşka bir bakış açısı; hep daha iyi, daha fazlası için çalışıp çabalamak.
Onun antrenörlüğündeki Potanın Perileri’ni 2012 Londra Olimpiyatlarında bugün gururla izliyoruz.
Milli takım antrenörü Ceyhun Yıldızoğlu: “Ben şuna  inanıyorum:
Türk kadını çok değerli ve çok özel. Bunu bilsinler ve ne iş yaparlarsa yapsınlar, bulundukları yerin en iyisi değil, dünyanın en iyisi olmak için mücadele versinler. Bu güç oların genlerinde var.
Ve her zaman söylerim başarının tek sırrı var o ise, çalışmak.
Çalışırken de en iyisi olmak için çabalamak.
Sporcu adayları fark yaratabilmeli ve sıra dışı olmalı!” diyor her fırsatta…
Yıldızoğlu’nun başarı tanımlaması ise aynen şöyle: “Başarı istikrardır!”
Bugün neredeyse hangi takıma giderse gitsin, yaşadığı başarılar bunun kanıtı!
Başarının sadece kulüplerin bütçeleri ile de orantılı olmadığını söyleyen Yıldızoğlu’nun, en çok önem verdiği husus ise; basketbolun yarını için, bu gün çok çalışılması gerektiği ve alt yapıya verilecek profesyonel destek.
Şüphesiz Ceyhun Yıldızoğlu’nun  taşıdığı misyonu devam ettiren yeni oyuncular, yeni hocalar var ve onlarla kadın basketbolu çok daha iyi yerlere gelecek. 

2 Ağustos 2012 Perşembe

Erken emeklilik!



‘Üçüncü Lige yaş sınırı geldi amatöre döndük, amatöre de yaş sınırı geldi şimdi nereye dönelim? Yol gösterin!’ diyen öfke ve isyan dolu bir çığlık…
Duydunuz mu?
Ya da!
‘Amatör kulüplerde 30 yaş sınırı 27 yaşa indi.
Üçüncü Lig’lerde bu yaş 25 yaşa kadar düştü.
25 yaş ve üstü futbolu bıraksınlar mı demek istiyorlar?’
Şeklinde bir çığlık duydunuz mu?
***
Onlar 25 yaş üzerinde hayatlarını futbola adamış, futbolla kazanmış genç futbolcular.
Ancak birileri onları 25 yaşında emekli etmiş!
‘Biz şimdi ne yaparız?’ diyorlar.
Umutsuz, çaresiz, öfkeli ve şaşkınlar!
Bir çoğu da yuva kurmuş ve hayatlarını futbolla kazanan insanlar.
***
Ne yapsınlar!
Seslerini duyurmak için, sosyal paylaşım sitelerinde tabiri yerinde ise; avazları çıktıkları kadar bağırıyorlar…
Bazen sesinizi duyurmak için sitem dolu bir ses tonu ile ya da yüksek sesle konuşursunuz ya; onlar da; dokunmuşlar ‘caps lock’ tuşuna ve hepsi de büyük harflerle konuşuyorlar:
‘Amatörde kontenjana HAYIR!!!’  adında bir grup kurmuşlar.
Bu gruba beni de davet edivermişler…
***
Yazdıklarını okudukça bana da haksızlıkmış gibi geldi.
Düşünün, hayatınızın en verimli yaşındasınız…
Birileri size:
Dur! Sen emekli oldun. 25 yaşında futbol oynanır mı hiç?’ diyor.
Aklım almıyor!
Yine düşünün…
Yıllarını futbola vermiş, ekmeğini bu yolla kazanmış gencecik insanlar şimdi ne yapsınlar sizce?
25 yaşında emeklilik olur mu?
Ne demişler:
‘Olur olur BAL gibi olur!’
Hele de alt liglerde…
***
Bu genç arkadaşlarımız da, erken yaşta emekliliği kucaklarında bulunca…
Ne yapsınlar haklı olarak...
Gençlik ve Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç’tan da sorunlarının çözümü için ilgi ve  destek istemeye karar vermişler.
Başka da ne yapsınlar!
Son çareleri…
Haklılar!


1 Ağustos 2012 Çarşamba

Kahramanmaraş'tan Londra'ya !



İlk kez bir hastanede Sir Gutman tarafından organize edilen, tekerlekli sandalyedeki engellilerin rehabilitasyonu için uygulanılan çeşitli sportif aktiviteler, engelli sporun tarihsel gelişimi içerisindeki başlangıç noktası olmuştur. İlklerin içinde okçuluk, bowling, bilardo ve masa tenisi vardı. Kısa bir süre sonra bu spor dallarına tekerlekli sandalye basketbolu, eskrim ve halter spor dalları da eklendi. Paralimpik Oyunları böylelikle yıllar içerisinde olimpiyatlardaki yerini almış olacaktı.
Paralimpik sporcularımız Londra 2012 Olimpiyatlarında Atıcılık, Atletizm, Futsal, Halter, Judo, Masa Tenisi, Okçuluk, Tekerlekli Sandalye Basketbol ve Yüzme gibi on ayrı branşta yarışacaklar. Bu alanda yarışacak olan sporcu sayımız ise 76. Görünen o ki, paralimpik sporculara ve bu sporlara gönül vermiş ve emeğini esirgememiş kocaman bir ordu var karşımızda. Bu gurur verici tablo için emeği geçenlere çok kere teşekkür etmek gerekir diye düşünüyorum. 76 ayrı sporcumuza adeta kanat olup, uçmalarına yardımcı oldukları için…
Paralimpik sporcularımızın arasında Adana, Gaziantep, Malatya, Mardin, Diyarbakır, Kahramanmaraş doğumlu sporcularımız da var. Bu illerde de bu sporlara ve sporculara destek veren birçok isim olacağı anlamına da geliyor.
Uzun zamandır çok yakından takip ettiğim, her ikisi de Kahramanmaraş doğumlu iki başarılı yüzücümüz var. Onlar da, hocaları Osman Çullu da zaman zaman sayfamızın da konuğu oldular. Bu isimler Beytullah Eroğlu ve Özlem Baykız.
Onların başarısı hiçbir başarının tesadüf olmadığının da bir kanıtı. Hayatlarını tamamen eğitimlerine ve bu spora adamış insanlar. Osman Çullu hoca da tek derdi sporcuları olan ve kendini onlara yoğunlaştırmış bir isim. Kahramanmaraş’tan Londra’ya uzanan bu yolculuğun hikâyesinde en önemli iki unsur; inanmak ve çalışmak olmalı diye düşünüyorum.